Thursday, May 31, 2007

çözümsüzlük

bilgi toplumu değil de; bilgi manyağı, özürlüsü, yandan yemişi, ambalesi falan mı oluyoruz zamanla; merak ediyorum. sonu olmayan kör bir kuyu sonuçta. nereye kadar seçebiliriz? ya her şeyi bilmek istiyorsak? çözümsüzlük.

s.t.o.m.p

küçükken davulcu olmak isterdim. dün geceden sonra stompçu olmaya karar verdim. olamazsam, stompçu bir abi ile evleneceğim. o da olmazsa masallara geri dönerim. tavşan deliğinden geçer, batının kötü cadısını öldürürüm. balkabağına biner, azman'ı kovalarım. kırmızı elmayı yer, sonsuz bir uykuya dalarım. şaşkının biri uyandırırsa onu bir güzel paylarım.

gece

dün gece "fazla fazla" yatmıştım, bu sabah "eksik" kalktım... sıradan ve anlamsız, dinliyorum. sesin ışığa dönüştüğü anlarda; akıl da duygulara hükmediyor, yoruyor, geçip gidiyor.

Tuesday, May 29, 2007

akışkan zaman...

cuma gecesi korsanlara karıştım.
tezgahın sakinliğine tanık oldum.
cumartesi cihangir'de yeni bir pizzacı öğrendim.
inci benim liseden arkadaşım :) lisedeki ilk arkadaşım.
sayesinde bir sürü teknik adamla uğraştım.
bahadır ve sedef ile saçma komik dansettim.
barış da bu anları ölümsüzleştirdi.
umarım bu görüntüleri halka açmaz.
aynı saatlerde müge, bordello konserinde eğleniyordu. gidemedim.
pazar sıcaktı, ta ki bir terasta günbatımında yemek yiyinceye kadar.
yaşam hızlı, yetişemiyorum.

karışık

bugün çok karışığım. pelin de karışık. odamızda tam bir kaos hakim. iki koç kadını bir arada olunca işlerin karışması normal galiba. şarkılar, kahkahalar, bir taraftan da müşterilerin telefon ve mailleri. yine de baharın etkisi yüksek dozda mevcut odamızda. aynı şarkının beş yüz kere arka arkaya çalınması buna işaret eder. sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi; "karışıklık iyidir. güzel şeyler karışıklıktan doğar.*"

*tam olarak doğru sözcüklerle ifade edememiş olabilirim.

Monday, May 28, 2007

dümdüz

işte bahadır'ın deyimiyle, saçları düz olunca kendi karakteri de düz olan demet.
üstteki foto: ajans bahçesi, hemen arkamdaki kişi fatih. o şimdi asker...
alttaki foto: yine bahçe, bond pozu veren kişi mustafa. o bizim katın jokeri...

dış ses

nino çok gecikti. amelie'ye göre bunun sadece iki açıklaması olabilirdi. birincisi resmi bulamadı. ikincisi resmi birleştirecek zamanı olmadı. çünkü polis tarafından kovalanan üç azılı suçlu onu rehin aldı ve kaçmayı başardılar. ama bir kaza geçirdiler. iyileşince hiçbir şey hatırlamıyordu. bir kamyon şöförü onu aldı. ama onun bir kaçak olduğunu düşündüğü için, onu istanbul'a giden bir sandığa koydu. orada afgan maceracılarla karşılaştı. afganlar onu sovyet füzelerini çalmak için yanlarında götürdüler. ama kamyonları tacikistan'da bir mayına rast gelince infilak etti, tek kurtulan oydu. dağcılar ona yardım ettiler. o da bir mücahit oldu. sonuçta amelie, hayatını olmadık şeyler yiyerek geçiren ve kafasında aptal bir şapkayla dolaşan biri için üzülmeye değmeyeceğini düşündü.

are you talking to me?

burada, karanlığın ortasında, gölgelerin arasında, kör gecenin sabahında, sabahın kör karanlığında, beklerken, gelirken, giderken, susarken, söylerken, ararken, bulamazken, kolay mı yaşamak? kolay mı savaşmak? kolay mı ağlamak? üstüme üstüme, koşa koşa, döke saça, basa basa, tıka basa, gözlerini aça aça, bana yavaş yavaş gelirken, yağmurun altında, bir çıkmaz sokakta, bir ölü yatıyor, duvarın arkasında, hayat fani, ölüm ani, sokaklar dar, her zamanki gibi, kim korkutuyor beni şehir mi? niye korkutuyor şehir deli mi? kim bulamış onu pisliğe biri mi? nereden çıkıyor çamurlu sular benden mi? bu karanlık suratlar sizin mi?

karanlığın içinden / söz yazarı: kurtcebe tuğrul...

Sunday, May 27, 2007

özet

arkadaşlıklar kolay kazanılmıyor, her şey zamanla yerine oturuyor.
sanırım böylesi sağlam ilişkiler kurabilmek için daha uygun.

Friday, May 25, 2007

yettirebilmek

maddi manevi kendine yetebildiğin sürece; varolmak bir anlam kazanıyor, kolaylaşıyor.

400 - dört yüz / dimet ve sedefin

yakamoz

bir sancı içimde
nefes almak istiyorum
bana ne olur gücenme
bırak beni kendi halime
unut beni yakamoz misali
vururum belki denize
kimin aklına gelirim sence
okudun beni gecelerce
hiç anlayamadın
aşka emir verilmez anlatamadım
gün doğdu yıldızım oldu
onu senle paylaşamadım
çok yalnız kaldım
şeffaf adlı albümden...

klip için tıkla

Tuesday, May 22, 2007

film

gelse ya artık şu film, de izlesek...

dumaaan

yoruldum sıkıldım peşinden koşa koşa, ben anlamam güzelim,
sen anlat güzelim, sen anlat külahıma, yasakmış günahmış,
konuşsun doya doya, zorlama güzelim, karışmam aranıza,
aranızdan çıkmadı bir adam, yolunuza ermedi hiç kafam,

kaçamadım o da benim hatam, geçmiş olsun şimdi her şey yalan,
daraldım usandım, elinden kaça kaça, ben anlamam güzelim,
uzak dur yakınıma, zararmış ziyanmış, konuşsun doya doya,
elde mi güzelim, alıştım acısına

***

arkadaş sen bu değilsin, görünüş sadece giysin
arkadaş niye gücendin, alıştım karıştım ben sana
rüyanda görsen inanma, arkadaş sen bu değildin
bilinen sadece ismin, arkadaş niye değiştin
alıştım karıştım ben sana, rüyanda görsen inanma
arkadaş sen bu değilsin, yaşayan sadece fikrin
arkadaş niye gücendin, alıştım karıştım ben sana
rüyanda görsen inanma...
...sana boynumuzu eğeriz sanma,
hakkımızı gelir alırız zorla,
saklayacak yüzün yok yok
rüyanda görsen inanma

***

onu bunu bilmem anlamam, kim ne derse desinler
arkanızdan yol almam, onlar ister alınsın
isterlerse darılsın,
onu bunu bilmem karışmam, kim ne derse desinler
ben alınıp satılmam, onlar ister alınsın,
isterlerse satılsın
onu bunu bilmem anlamam, kim ne derse desinler
işte meydan işte can,
onlar ister savaşsın, isterlerse barışsın

tutuklu

bu linkte ünlülerin tutukluluk fotoğraflarını bulabilirsiniz ve hangi suçu işledikleri için tutuklandıklarını. hepsini inceleyemedim ama şimdilik favorim johnny cash...

syf.150

yalnızca senin gözlerinde rüzgarlar geldi başka gezegenlerden, öylesine incitiyor ki beni, fransızca'nın her sözcüğü aracılığıyla benimle konuştuğunda, her sözcük için kanayarak sözlüğe bakıyorum.

sylvia plath

Monday, May 21, 2007

ben küçükken...

akşam yemeği saati yaklaşınca; elimde bir tabak, mahallenin diğer çocukları ile mandıraya gider, tepsiden yoğurt alırdım. mandıradaki adam (celil abi: annem celil abi derdi, şimdi ben de diyorum :) tabağıma istediğim miktarda yoğurt koyduktan sonra, tabağın üzerini yağlı kağıt ile örter ve tabağı bana geri verirdi.

yoğurt o zamanlar toprak çanaklarda satılırdı.

çok... daha da çok

asla yetemeyecek olan...

baştan alalım

yorucu bir geceydi. çok uyuyamadım. sabah bella ile evden aynı anda çıktık ve taksi ile küçük bebek'ten aşağı sallandık. boğaz gri, etraf sakindi. iyi geldi.
biri olsun. sabah 7'de kalkalım. sahile inelim. gevrek ve çay ile kahvaltı edelim. sonra ayrılıp işlerimize gidelim. akşamı, özlem ile çekelim.
fiyasko -> ki.yos : tek servis saatinin sabah 4'te olduğunu öğrendikten sonra ve taksi bulamadığımız anda bile kötü değil. hatta o andan sonrası daha güzel. açık alanda yağmurda ıslanmak. iki otobüsün arasında bir şemsiye ve öndeki otobüsün arka kapağı ile oluşturulan tentenin altında acılı soğanlı ızgara et yemek (benim midem hala kötü :( o yüzden yiyemedim, ama şoför abilerin sayesinde yemiş kadar oldum :) sonra tanımadığımız birilerinin arabasına binip eve kadar çok gülmek, hatta gecenin en eğlenceli kısmını yaşamak.

peki ala...

koştum. durdum. indim. bindim. kaçtım. çıktım. zıpladım. dolandım. aldım. verdim. gittim. geldim. yürüdüm. güldüm. anlattım. dinledim. giydim. çıkardım. yedim. çıkardım. yattım. kalktım. y.o.r.u.l.d.u.m.

Friday, May 18, 2007

ne umduk ne bulduk

sıpalara bayıldım :) süper yaratıklar...

ben de büyüyünce bu eli sopalı teyze gibi olmak istiyorum.

grinin üzerine bu ıslak kırmızı çok iyi durmuş...

sepet sepet yumulma

Thursday, May 17, 2007

onlar... öteki.

ne kadar da kendinden emin gözüküyorlar. halbuki o balon egolarının en dibinde bir o kadar sahip oldukları kompleksleri var. nasıl böyle olabiliyorlar anlamıyorum. farkında değiller ki başlarına, her an herkesin başına gelen şeyler gelebilir. yaşlarına, yaşamlarına, insanlara takıyorlar. herkes onları tanıyor, herkes onları arzuluyor, herkes onları farklı görüyor zannediyorlar. ya da gerçekten öyleler. ya da gerçekten öyle sanıyorlar. ya da gerçekten öyleymiş gibi yapıyorlar. ya da ne bileyim işte... sonuç olarak yanlarında duramıyorum. kaçıyorum.

Wednesday, May 16, 2007

oyun bahçesi

bir alan var. çok geniş. içinde bir sürü kişi var. bir sürü konu var. bir sürü ilgi alanı var. aslında hep aynı ama buna rağmen beni şaşırtmayı başarıyor. ben o alana girdiğimde önüme duvarlar örülüyor. bana izin verilmiyor. verilse bile alandakiler buna tepki veriyor. ben yine de izlemeye devam ediyorum. parkta oynayanlara apartmanın camından bakan küçük bir kız gibi.

kelebek ve köpek

zamanı takip etmeyi sevmiyorum.
ama o inatla bir köpek gibi önümden arkamdan dolaşıp beni izliyor.
benimle oyun oynamaya çalışıyor tüm sevimliliği ile.
bazen de zihnimde dolaşıyor bir kelebek gibi.
geçmişin izleri ve gelecek hayalleri arasında zikzaklar çizerek.

fasa fiso

su benden daha güçlü, ateş ve rüzgar da.
benim gücüm içimde. beynimde. inancımda. rastlantısallıkta.
bir ilişkiden ne istediğimi sordu yeni tanıştığım biri. ya da beş yıl sonra kendimi nerede gördüğümü? tabi ki iki soruya da hiçbir yanıt vermedim. yanıtlar söze dökülemeyecek kadar kalbimin derinliklerinde. hissediyorum ama anlatmıyorum. çünkü o yeni tanıştığım biri. ayrıca ne gerek var ki... beni yoruyor hep fazlasını talep edenler ve en ince ayrıntısına kadar tanımaya, tanımlamaya, tanımlanmaya çalışanlar.
midem bulanıyor. bir durgunluk söz konusu. daha çok uyku. biliyorum bu bir çeşit kaçış gibi görünüyor. ama herhangi bir rahatsızlık söz konusu değil. varolan çok sıradan sadece fark ettiklerim yaşam uyandırıyor bende. hissettiklerim. gerisi ayrıntı, fasa fiso...

Monday, May 14, 2007

niye eski filmler daha cesur ve daha izlenesi?

15 eylül 1995

kuzguncuk'ta ünlü bir üniversitenin ev partisine girmekten kapısında vazgeçmek. karşıya geçip ilk motor ile geri dönmek. içecek yer bulamayıp 3 şişe efes ile 1 binboa red'i sokakta boğaz'a karşı içmek. bir telefon ile çok önemli bir şirkete geceyarısı gidip kakara kikiri yapmak.
kimin kime emanet edildiği ayrı bir soru?
ters kepçe gelmek en doğalı...
nil'e dolanmak bu işin kuralı.
hepinizi çok seviyorum... sizsiz yaşam çekilmez olurdu...

Friday, May 11, 2007

kino-glaz / kino-pravda

bu aralar, niye yazmadığıma ya da yazamadığıma dair en ufak bir fikrim yok. başlıyorum, siliyorum. sanırım iyi yazılar okuyunca, yazdıklarımı beğenmiyorum :) ama yazmazsan daha çoğunu ve iyisini hiç yazamazsın. aklımda iyi bir fikir var. eğer gerçekleştirebilirsem zaten buraya yazarım.
dün; olcay, bella ve onur ile birlikteydik. çok güldük, çok eğlendik, daha fazlasını istedik. onlar, yabancı biri ile birlikte olmanın çok da sorun olmayacağını söylediler. ben de karşımdaki adamla dibine kadar konuşamazsam, bir şeylerin hep eksik kalacağını savundum. onlarla bir araya gelmek bana buruk bir zevk yaşatıyor. her biri ile ayrı ayrı ya da hep birlikte yaşadıklarımızı düşünür buluyorum kendimi sık sık.
film kareleri...

keşke gözümde mikro bir kamera ve beynimde de bir kayıt cihazı olsaydı.

Thursday, May 10, 2007

iç / dış

iç dünyamızın renkli olması kadar eğlenceli bir şey olamaz.
hem kendimiz için hem de karşı taraftakiler için heyecan sağlar.
heyecanlanmak, koşaradım daha hızlı yaşamamıza neden olur.
bazen durup dinlenmek, kendini dinlemek gerekebilir.
kuru dalları kesip atmak, yenilenmek, keşfetmek, her anı hissetmek.

Wednesday, May 09, 2007

bu mudur?

pazartesi akşamı, bella ile eve girdik ve ben ayakkabılarımı değiştirdikten sonra hemen kendimizi kampüse attık. yağmur yağacak diye umut ettik manzara'da, ancak anadolu'nun üzerinde çakan sessiz şimşekler ile yetinmek zorunda kaldık. niye istanbul'da gökgürültüsü yok? sadece bir defa hatırlıyorum şöyle gümbürdeyeninden. ama yine de bir mucizenin içinde yaşadığımıza kanaat getirdik.
bir de yeni bir lafımız var "kolları çıplatmak" başka şeyler de var. aklıma geldikçe eklerim. şebnem'den tam olarak cuk oturan şarkı sözleri var mesela: "
çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabılar, onlar da senin gibi çok tatlıydılar ama; canımı yakardılar, acıtırdılar"
bu sabah nil sabahı. otobüse bininceye kadar değildi. ne varsa otobüslerde var :) gerçi aynı saatte ve aynı hatta, hep aynı şeyler var. ama işin sırrı burada zaten. "gitme yoksa içerim bütün uyku haplarını, sonra karıştırırsın ruh kitaplarını..." diye devam edip giden şarkı değil aşağıdaki :)

Sunday, May 06, 2007

zor

ne mi? kadın olmak. bir kere baştan kadınların doğasında olan kadın sezgileri ile doğuyorsunuz. yani bilmiyorsunuz ama içinizdeki his, nasıl olacaksa ya da olduysa öyle olacağını ya da olduğunu size söylüyor. büyüdükçe bu sezgiler daha da kuvvetleniyor. özellikle insanlar arası ilişkilerde. bazen erkeklerin ayan beyan ortada olan bir şeyi görememelerine, insanlar hakkındaki fikirlerine şaşıyorsunuz. bu durum çok garip ve zaman zaman sizi paranoyaklığa sürüklüyor. peki bu durumdan şikayetçi miyim? tabi ki hayır. aksine çok işime yarayan bir şey bu. fakat yine de yorucu.

bu aralar; tanımadığım biri ile karşılaşmaktan, bir şekilde tanışmaktan, tanıştırılmaktan delicesine korkuyorum. hep çok yakınımdaymış gibi hissediyorum. pazartesi ya, ben yorgunum. haftasonu hızlı başladı. aynı şekilde de bitti. arzu teyze oluyor :) doruk bebiş için hediye aradık durduk. galatamoda etkinliğini ziyaret ettik. ortaköy'e kaçtık. arzularda kaldık ki ertesi gün ulaş&gökçe'nin bizi alıp emirgan'a götürmesi kolay olsun. akşamüstü dönerken waffleları da yuvarladık. sonrasını anımsamıyorum...

olan filmler izlenecek: kırmızı, beyaz
daha önce izlenmiş olan bir daha izlenecek: mavi

olmayan filmler bulunup izlenecek:
2046, 2046, 2046, three times, three timesbir de uzun zamandır size yazmayı unuttuğum le cool var.

Friday, May 04, 2007

egen çetrefil

sıkılıyorum merak etmediğim ilişkileri dinlemekten. aslında sıkılmıyorum da kendi adıma anlamsız buluyorum konuşulanları. kim ne kadar yaşamış, kim ne kadar hissetmiş, kim ne kadar karşı tarafın yerine koymuş kendini, kim ne kadar anlayışlıymış. herkesin yaşadığı kendine ya da anlatmak istediği yakın kişilere. kim anlayabilir ki kimin, neyi, ne kadar yaşadığını? kimse.

taraf olmak

şehrin bu tarafını seviyorum. bu tarafı ne taraf mı? benim olduğum taraf. çocukluk aşkıma geri mi dönmeliyim diye düşünüyorum bu aralar. her zamanda olmak, her yere gitmek, her şeyi yapmak... o da olur, o da olur; sıkma canını sen...

Wednesday, May 02, 2007

çok geç kalmadan eğlenmek istiyorum

seviyorum yağmuru çok

hep böyle yağsa ya! ılık, berrak, kimi zaman şiddetli...
insanların içlerini temizleyinceye kadar, durmaksızın.

Tuesday, May 01, 2007